Bakalım bu ay neler oynamışım?
Simmiland
Olaylara doğrudan müdahale edilemeyen "tanrı simülasyonu" oyunlarını oldum olası sevmişimdir. Zamanında çok anlamasam da kurcaladığım Populous 3 olsun, hastası olduğum Black&White serisi olsun, hâlâ özlemle andığım oyunlardır.
Simmiland için de bu türün temsilcisi diyebiliriz. Çeşitli kartları rastgele yaratılan dünya üzerinde kullanarak iklimi, hava durumunu, toprak yapısını değiştirip canlılar yarattığımız bu oyun çerezlik gibi görünse de epey vakit alıyor. İnsanların size tapmasıyla kazandığınız puanlarla kartlarınızı kullanıyor, dileklerini gerçekleştiriyor, yeni icatlar yapmalarını sağlayıp gelişmelerini seyrediyorsunuz.
Lethis - Path of Progress
Çıktığından beri merak ettiğim bir oyundu Lethis - Path of Progress. Aslında ayın başında biraz oynadım, sonra geri dönme şansım olmadı, ama oynadığım kadarıyla epey sevdim.
Eskinin "şehir yapmalı strateji"lerinden Caesar III ve Pharaoh gibi oyunları oynayıp sevdiyseniz, Lethis'i de seversiniz. Steampunk atmosferine sahip olan oyun, yukarıda söylediğim oyunlarla aynı oynanışa sahip olsa da, zamanın getirdiği yeniliklere (hem oynanış hem görsel açılardan) sahip.
Overcooked 2
Buna da indirim zamanı arkadaşlarla oynayacak oyun ararken bulaştık. Zamana karşı yarışıp yemek yapmaya çalıştığınız Overcooked 2 hem eğlenceli hem de çıldırtıcı. Siparişleri tamamlamaya çalışırken eliniz ayağınıza dolanıyor, mutfakta birbirinize çarpıyorsunuz, yangınlar çıkıyor... Tek başına oynaması pek tat vermese de arkadaşlarla oynamak için birebir.
Celeste
Sürekli ölünüp aynı yerin tekrar tekrar denendiği oyunları eskiden pek sevmezdim. Benim için bu durumu değiştiren oyun önce Moonlighter, sonra da Children of Morta oldu.
Celeste ise bu ikisinden de daha zor ve daha fazla tekrar gerektiriyor (en azından benim için). Üstelik diğer ikisinde rastgele oluşturulan bölümler sebebiyle tekrar hissine düşmüyorken, bu oyunda aynı yeri seksen kez denemek gerekebiliyor.
Henüz oyunun sonuna varamadım, ne zaman varabilirim o da meçhul, ama kendine bağlayan ve aldığı övgüleri hak eden bir oyun var ortada. Müzikleri, son zamanlarda sürekli gördüğümüz piksel grafikleri kullanma tarzı, bölüm tasarımları, hepsi yerli yerinde.
Faster Than Light
Bu da tıpkı Celeste gibi merak ettiğim ama bir türlü paraya kıyıp da alamadığım bir oyundu, Epic Games sağolsun edinebildik.
Oyuna "Bir bakayım nasılmış," diye girmem, altı saatten fazla oynamama sebep oldu. Sürekli ölseniz bile her defasında hem haritalar hem de karşınıza çıkan düşmanlar rastgele şekilde değiştiği için tekrar hissine kapılmıyorsunuz. İlerlemenizi kaybediyorsunuz ve bu can sıkıcı, ancak belli şartları sağlayabilirseniz yeni gemiler, silahlar açmanız da mümkün.
Oyunu tam olarak nasıl anlatmam gerektiğinden de emin değilim. "Uzayda geziyor ve savaşıyorsunuz," desem çok basit kalacak ve oyunun derinliğini yansıtmayacak, ama yaptığınız şey büyük oranda bu.
Detroit: Become Human
Bu da uzun zamandır beklediğim bir oyundu. Burada uzun uzun anlatmama gerek yok, yorumlarımı zaten yazmıştım.
Transport Fever 2
İlkini çok sevmiş, epey vakit öldürmüştüm. Taşımacılığa odaklandığınız bu oyunda demiryolu olsun, karayolu olsun, deniz ve hava ulaşımı olsun her şeyle uğraşıyorsunuz. Bunların sadece yollarını yapmakla kalmıyor, hatlar oluşturuyorsunuz. Ancak bu oyun da, tıpkı ilki gibi, demiryoluna biraz daha önem veriyor.
Oyunun genel olarak ilkinden pek farkı olduğu söylenemez. Grafikler güzelleştirilmiş, yeni senaryolar eklenmiş, ama oynanış ve arayüz genel olarak aynı. Keşke onlara da bir el atsalarmış.
Europa Universalis IV
Eğer bu bloga ara sıra da olsa girip özellikle bu "köşe"ye göz atacaksanız, bu kahrolası oyunu görmeye alışın.
"Devasa strateji" türünün belki de en iyisi olan bu oyunu sürekli, bıkmadan usanmadan, yorulmadan yılmadan oynuyorum. Kendim oynadığım yetmiyormuş gibi bir de arkadaşlarımla oynuyor, onları uykusuz bırakıyorum. İleride bu oyunla ilgili eğlenceli içerikler üretme planlarım var ama bakalım üşenecek miyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder